Yolculuk sırasında, “11 deprem ili” arasında olan Kilis’e de uğruyoruz. Kilis’in merkezinde neredeyse hiç yıkım olmadığını gözlemledim. Hasarlı bina sayısı da az. Kilis’in depremle en alakalı kısmı, özellikle Hataylıların bir kısmının deprem sonrası yakın diye burayı tercih etmesi. 30 bin kişilik bir ek nüfustan bahsediliyor. Kilis denince akla gelen bir diğer konu ise sığınmacılar. Yerli nüfusun en az 2 katı olduğu söylenen sığınmacılarla ilgili tahmini sayı öğrenmeye çalıştığımızda aldığımız yanıt durumu özetliyor: “Onu devlet bile bilmiyor.”
‘ALTIMIZ TAMAMEN GÖL’
Bir ilin ya da ilçenin depremden çok etkilendiğini, girişindeki enkaz arabalar ve moloz yığınlarından anlamak mümkün. Adıyaman ve Gölbaşı ilçesinin girişinde de böyle bir manzara karşılıyor insanı, toz duman içerisinde. Deprem sonrası yüzlerce kişiye kafesini açan kafe sahibi V.E. ile sohbet ettim. Şehrin üzerine kurulduğu zeminin sorunlarını dili getiren V.E. “Sıvılaşma diye tabir kullanıyorlar, sıvılaşma da değil, Gölbaşı’nın altı tamamen göl. Yapı malzemesinin iyi olması kurtardı biraz” dedi.
İş makinelerinin çalıştığı alandaki duruma dikkat çeken V.E. “Şu ağaçların üstüne bak” deyince yaprakları tamamen toz altında kalmış ağaçları fark ettim. Sözlerine devam eden V. E, “En büyük sorunumuz bu. Ağaçların üstü nasılsa ciğerlerimiz de öyle” diye konuştu. Bir süre sonra çalışmakta olan kepçe operatöründen bölgenin durumunu hakkında bilgi aldım.
‘ŞARTLAR ZOR’
Kepçe operatörüne yönelttiğim “Herhangi bir önlem, gıda takviyesi var mı” sorusuna ise “Hayır” cevabını aldım. “Durumun farkındayız ama yapacak bir şey yok” diyen kepçe operatörü devamında sözlerini şöyle sonlandırdı: “Deprem bölgesinde çalışmayacağım. En fazla 15 gün daha dayanırım. Şartlar zor. Yemek için bir yer gösterdiler. Ne hijyen var ne bir şey. Köpeği bağlasanız durmaz.”